Nasıl Bir Cumhuriyet?

Published by

on

Bu ay Cumhuriyetimizin 100. yaşını kutluyoruz. Sosyal medyada kutlamalar çoktan başladı. Bu sene gerçekleştirilen etkinliklerin isimleri “Cumhuriyetin 100. Yılında” diye başlıyor, Cumhuriyet’i anan videolar yayınlanıyor veya Cumhuriyet temalı ürünler satışa çıkıyor. Bunların hepsi kıymetli anma yöntemleri. Özellikle de bazı kamu kurumlarının kutlamaları iptal etmek için fırsat kolladığı bugünlerde. İsrail-Filistin savaşını endişeyle izliyor, savaş hukukunun hiçe sayılmasını kabul etmiyor ve yaşamını kaybeden sivillere ve bir şey yapamayışımıza çok üzülüyorum. Fakat bu millet Cumhuriyet’in 100. yılını coşkuyla kutlamayı hak ediyor. Ülkeyi yönetenler bu kutlamaları hem “yurtta sulh, cihanda sulh” için çalışmış kurucularımıza hem de bu Cumhuriyet’i yaşatma görevi üstlenen bizlere borçlular.

Cumhuriyet’i kutlarken bir yandan da onu daha ileriye nasıl taşımamız gerektiğini düşünmeye başladım. Bu düşüncem beni “nasıl bir Cumhuriyet” sorusuna itti. Nitekim Cumhuriyet’i anlamlı kılan yalnızca yönetim organlarının halk tarafından seçilmesi değildir, aynı zamanda onun nitelikleridir. Anayasamız da ilk maddesinde Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğunu belirttikten sonra ikinci maddesinde niteliklerini belirtir: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Anayasa’da yazan niteliklerin hepsini konuşmak bir bültene sığmaz. O yüzden ben son zamanlarda en çok düşündüğüm nitelikler üzerinde kısaca konuşmak istedim: laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet. Gelin bu ay güne bu özellikler üzerinden bakalım.

Laik Bir Cumhuriyet

Laiklik en temel haliyle, ilkokuldan beri öğrendiğimiz gibi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. Nitekim, Anayasa’nın başlangıç bölümünde de “kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” laiklik ilkesinin gereği olarak belirtiliyor. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması için ise devletin resmi bir dininin olmaması yetmiyor. Devletin tüm din mensuplarına eşit davranması da devlet yönetiminin din kurallarından etkilenmemesi de gerekiyor.

Laiklik ise yer yer iddia edildiği gibi insanların dinini yaşamalarına engel değil. Hatta din özgürlüğü laikliğin bir parçası. Dinin korkulu rüyası olarak gösterilmeye çalışan laiklik dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklamayı amaçlarken bireylerin istediği dine inanmalarını güvence altına alıyor. Bu yüzden laiklik aslında tüm inananları da koruyor. (Laiklik adı altında din özgürlüğünün ya da başkaca diğer haklarının (mesela eğitim hakkı) kullanılmasına engel olunması kabul edilebilir değil, belirtelim).

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına ilerlerken benim din ve devlet işlerinin iç içe geçmişliğine yönelik endişelerim sürekli artıyor. Bazı kişilerin İstanbul Sözleşmesi’ni İslam hukuku açısından tartışmaya açtıktan sonra bu sözleşmeden bir imzayla çıkılabilmesi, eğitime erişim bakımından onlarca sorun varken Milli Eğitim Bakanlığı’nın anasınıfı ve ilkokullarda mescit açılmasını önceliklendirmesi, harcanan kaynaklara rağmen festival ve konserlerin “Müslümanların adetinde” olup olmamasına göre kolay bir şekilde iptal edilmesi, içki yasaklarının genişletildiği haberleri ile nabız yoklanması… Bunlar laik bir Cumhuriyete hiç yakışmıyor.

Sosyal Devlet İlkesinin Layıkıyla Yerine Getirildiği Bir Cumhuriyet

Sosyal devlet, en geniş tanımıyla bireylerin refahıyla ilgilenen ve onlara “insanca bir yaşayış” sağlamayı amaçlayan bir devlet demek. Bu özellik, toplumdaki özellikle servet dağılımı kaynaklı eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için devletin sosyal hayata olumlu müdahalesini öngörüyor. Bu da kişisel ve siyasal haklar yanında sosyal hakları doğuruyor. Sosyal haklar denildiğinde de akla sendikal hak ve özgürlükler gibi mücadele araçlarının yanında eğitim hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı gibi haklar geliyor.

Kendilerini liberal olarak tanımlayan çoğu kişi bile içinde bulunduğumuz dünyada bazı hizmetlerin sosyal devlet anlayışı çerçevesinde devlet tarafından verilmesi gerektiğini savunacaktır. Fakat Cumhuriyetin bu yaşında sosyal devlet ilkesinin yerine getirildiğini söylemek kolay değil. Mesela eğitim bakımından PISA sonuçlarında OECD ortalamasının altındayız. Barınma sorunu hepimizin malumu. Kiracı ve ev sahipleri arasındaki uyuşmazlıkların şiddetle sonuçlanması (not: bu yalnızca barınma sorunu değil şiddet kültürü ile de alakalı) ya da öğrencilerin yurt bulamadıkları için yaşadıkları zorluklar konut hakkının varlığı konusunda bile şüphe yaratır oldu. Sağlık bakımından da durum iç açıcı değil. Türkiye kişi başına düşen doktor sayısında Avrupa’da sonuncu. Devlet hastanesinden randevu işte bu yüzden alınamıyor.

Hukuk Devleti İlkesinin Hakim Olduğu Bir Cumhuriyet

Hukuk devleti ilkesinin en kısa tanımı devletin hukukla bağlı olmasıdır. Temel hak ve özgürlük alanımızda hareket eden devletin kendi koyduğu kurallara uyması ve keyfi hareket etmemesi gerek. Hukuk devleti yalnızca şekli olarak da algılanmamalı. Yani var olan kurala uymanın ötesinde bu kuralların ne olduğu da önemli. Bu doğrultuda hukuk devleti ile bahsettiğimiz şey aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin korunduğu bir dünya.

Dünya Adalet Projesi (World Justice Project) Hukukun Üstünlüğü İndeksinde hukuk devleti ölçütlerini hükümet yetkilerinin sınırlanması, yolsuzluk, şeffaflık, temel hak ve özgürlükler, düzen ve güvenlik, idari/düzenleyici uygulamalar, hukuk mahkemelerinde adalet ve ceza mahkemelerinde adalet olarak sıralamış durumda. Bu başlıklar tabii ki de hukuk devleti anlayışı bakımından mutlak değil; fakat yol gösterici. Türkiye bu indeksteki genel sıralamada maalesef 116. sırada. Notumuz ise 100 üzerinden 42. İlk sırada 90 puanla Danimarka son sırada 26 puanla Venezuela var. Bazı alt başlık sonuçları daha da üzücü. Mesela temel haklar ve özgürlükler sıralamasında 134., hükümet yetkilerinin sınırlandırılmasında 135. sıradayız. Sıralamalara da ihtiyacımız yok aslında. İfade özgürlüğümüz Anayasal güvence altında ama “bu tweeti yazsam bir şey olur mu acaba” endişesi sıkça duyduğumuz bir şey. Çünkü bu güvenceye rağmen eleştiri kabul edilmesi gereken tweetlerin hakaret kabul edilişiyle karşılaşabiliyoruz. Basın sansür edilemez diyoruz ama RTÜK’ün kendisine verilen yetkilerini keyfi yorumlayıp ekran kararttığını görüyoruz. İdarenin hukuka aykırılıklarına karşı yargıya gidebilir miyiz derken de yargıda rüşvet iddialarıyla karşılaşıyoruz.

Peki Ne Yapmalı?

Yasamanın özgürlükçü bir yaklaşılma kanun koyması, yürütmenin yetkilerini hukuka uygun şekilde kullanması ve yargı organlarının denetimini tarafsız ve bağımsız şekilde gerçekleştirmesi bu sorunun en temel cevabı. Sosyal haklar söz konusu olduğunda buna vatandaşa hizmet sunması beklenen devletin israf etmek yerine bütçesini milletin ihtiyaçlarını gözeterek harcamasını da ekleyebiliriz. Bu yöntemler benim keşfim değil, zira Anayasa bu dediklerimi öngörüyor. Bu yüzden bize düşen laik sosyal bir hukuk devleti olma idealinden vazgeçmeden yetkiyi elinde bulandıranların takipçisi olmak ve gördüğümüz hukuksuzluklarda birlik olarak ses çıkarmak. Yorulduğumuzda da Cumhuriyetin 100. yaşından ilham almak!

Umarım ikinci yüzyılda her şey çok güzel olur.

İyi ki doğdun Cumhuriyet.