Yeni eğitim-öğretim yılının ilk zili çaldı. Günebakan’ın kendine ait sayfasının ilk bülteni de eğitime ilişkin. Bu bültende öğrencilerin yeni şeyler öğrenme, kendini gerçekleştirme, arkadaşlarına kavuşma veya yeni arkadaş edinme heyecanını konuşmak isterdim. Oysa ben öğrenciler eğitime erişebiliyor mu sorusunu ele almaya çalışacağım. Gelin güne, eğitim hakkının yerine getirilmesi için okul açıp zil çalmanın yetmeyişi üzerinden bakalım.
Eğitim Bir Hak Mıdır?
Eğitim Anayasamızda güvence altına alınmış bir hak. Bu hakkın kapsamı “isteyen kendini eğitsin” özgürlüğünün ötesinde. Anayasa ilköğretimi zorunlu tutuyor ve Devlet’e eğitime erişim sağlaması için pozitif yükümlülük getiriyor. Bu doğrultuda, Anayasa uyarınca “İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.”
Yer yer tecrübe ettiğimiz üzere Anayasa’da güvence altına alınması bir hakkın sağlandığı anlamına gelmiyor. Bir hukukçu olarak bunu yazarken üzülmekle birlikte, eğitim hakkına yönelik sorumu hukukçu kimliğimle değil eğitimin öneminin farkında olan bir vatandaş kimliğimle sormak istiyorum: Peki eğitim hakkı nasıl yerine getirilmiş sayılır? Bence bu sorunun iki temel cevabı var. Nitelikli bir eğitimin verilmesi ve bu eğitime erişilebilmesi. Bu iki cevap birbiriyle fazlasıyla da ilişkili.
Eğitim Karnemiz
Liseyi bitireli 13 sene olmuş ve hayatı burslar sayesinde özel okullarda geçmiş biri olarak burada “ay eğitim de çok kötüleşti” gibi gerekçesiz bir yorum yapmayacağım. Fakat verileri kullanarak bazı şeyleri sorgulamak istiyorum.
İlk olarak güzel bir veri ile başlayalım. Türkiye’de okullaşma oranı %99. 2023 OECD raporuna göre (not: raporun Türkçesine erişemedim, İngilizcesini paylaşıyorum), OECD ortalaması yaklaşık %98. Tabii bir kişinin bile okula erişemiyor olması kabul edilemez. Burada hedef %100 olmalı. Benim ilgimi çeken bir diğer olumlu şey okul öncesi eğitime katılımın da son yıllarda artmış olması. OECD Raporu’nda sevindirici olan bir diğer şey ise Türkiye’nin kalite ve erişim konusunda gelişme gösterdiğinin ortaya konması.
Bununla birlikte, eğitimin niteliği sorgulanması gereken bir husus. Liseye ve üniversiteye giriş sınavlarının öğrenciler için her zaman önemli gösterge olduğunu düşünmesem de sınav ortalamaları kullanılabilir bir veri. Bu sene gerçekleştirilen liseye giriş sınavında sınav performansları değerlendirildiğinde Türkçe ortalamasının yaklaşık 10, Matematik ortalamasının ise yaklaşık 6 soru olduğunu görüyorsunuz. Bu testlerin soru sayısı 20. Yani 8 yıllık eğitim sonucunda öğrenciler Türkçe sorularının ancak yarısını, Matematik sorularının ise yalnızca üçte birini yapabilmiş. Üniversiteye giriş sınavlarından olan temel yeterlilik testinde (TYT) de manzara iç açıcı değil. Türkçe sınavında ortalama 20 soru cevaplanırken, matematikte bu sayı 9 bile değil. TYT’deki Türkçe ve Matematik soru sayısının 40 olduğunu hatırlatalım. Bu sayılar aldığımız eğitimin sınandığımız eğitime nasıl yetmediğinin açık birer göstergesi.
Burada üzücü olan bir diğer veriyi yine OECD Raporu gösteriyor. Türkiye’de okuma performansı okullara göre değişiklik gösteriyor. Farklı sosyo-ekonomik geçmişe sahip çocukların aynı eğitim kurumlarında eğitim almadığını ve kapsayıcılık bakımından Türkiye’nin çok geride olduğunu gösteren bu rapora göre avantajlı bir geçmişi olan çocukların matematik bilgisi de daha diğer çocuklara göre daha iyi. Bunun sebebi neden? Her okulda nitelikli ve benzer seviyede eğitim verilmiyor olması mı? Ekonomik olarak iyi durumda olan ailelerin çocuklarının eğitimine ek destek vermeleri mi? Yoksa okula gelen tüm çocukların aynı şekilde odaklanamaması mı? Cevap sanırım bunların hepsi. Güncel tartışmalar da bunların göstergeleri.
Nitelikli Eğitime Erişimde Güncel Tartışmalar
Son dönemde haberlerde din dersi saat sayısının artırıldığını okuduk. Ben de MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun yayınladığı haftalık ders çizelgesine baktım. Anadolu Lisesi çizelgesinde zorunlu dersler ve zorunlu seçmeliler birlikte değerlendirdiğimde bir lise öğrencisinin haftada en az 3 saat din kültürü ve ahlak bilgisi dersi alması gerekiyor. İlginç olan, aynı öğrenci 11. ve 12. sınıfa geldiğinde matematik dersi almak zorunda değil. Zorunlu din dersi tartışmasına burada girmek istememekle birlikte soruyorum: Şimdi bu Anayasa’nın güvence altına aldığı “çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre” verilmesi gereken eğitim ile bağdaşıyor mu?
Bu dönemde gündem olan bir diğer haber sınıf tekrarı haberiydi. Devamsızlıkları belirli sayıyı aşan ve belirli sayıda dersten başarısız olan öğrenciler için sınıf tekrarı geri geldi. Devam sayısı veya ders sayısı eğitimcilerin tartışması gereken bir konu tabii ama ben bu düzenlemeyi genel olarak olumlu buluyorum. “Hiçbir şey yapmadan mezun olmak” okula öğrenme motivasyonu olmadan zorunlu diye gelen öğrencilerin bu motivasyonu kazanmalarının önünde engel, naçizane. Zorla güzellik olmaz diyebilirsiniz. Ama çalışmamanın ya da başarmak için emek harcamamanın olumsuz bir sonucu olmadığını öğrencilere tecrübe ettirmek eğitimin amacıyla bağdaşmıyor. Bununla birlikte, sınıf tekrarı yapması gereken öğrencilerin özel olarak takipçisi olunması şart. Neden devamsızlık yapıyor ya da derslerden başarısız oluyor sorusunun arkasında çok büyük sorunlar olabilir. Bu sorunlara eğilmeden sınıf tekrarı yaptırmak ise bu öğrencilerin eğitimden daha fazla soğuma riskini barındırıyor. Umarım MEB gerekçelere de eğilir.
Gündemden düşmeyen ve aslında eğitime gerçek anlamda erişimin önündeki en büyük engel velilerin ekonomik durumu. Bu kendini ilk başta eğitim öğretim masraflarında gösteriyor. Derin Yoksulluk Ağı’nın paylaştığı bir araştırmaya göre bir yıl içerisinde okula başlama maliyeti “Okul öncesinde 7 bin 626 TL’den 17 bin 234 TL’ye, İlkokulda 12 bin 500 TL’den, 28 bin 295 TL’ye, Ortaokulda 13 bin 304 TL’den 30 bin 6 TL’ye, Lisede 13 bin 717 TL’den 31 bin TL’ye yükseldi.” Asgari ücreti düşündüğünüzde eğitime erişmede çok fazla çocuğun ihtiyaçları temin edemediği için geri kalacağı öngörülebilir. Eğitime erişimde ekonomik durum ile ilgili bir diğer husus da çocukların karınlarının doymaması. Yetişkinlerin bile aç karınlarına odaklanamadığı durumda, bir çocuğun aç karnına sağlıklı bir şekilde dersi dinlemesi ve anlaması gerçekçi değil. TÜİK’in yayınladığı Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporuna göre ekmek veya makarna gibi tahıl içeren yiyecekleri her gün tüketenlerin oranı %62,4. Bu rakam meyve söz konusu olduğunda %50,5, peynir ve yoğurt gibi gıdalar söz konusu olduğunda %57,8, sebze söz konusu olduğunda %33, tavuk ve balık gibi gıdalar söz konusu olduğunda ise %12,7. Yani sağlıklı yaşamaya çalışanların tutturmaya çalıştığı “dengeli tabaklar” bu ülkenin çocuklarının önemli bir kısmı için mümkün değil. İşte bu yüzden bu çocukların en azından okulda bir öğün yemeğe erişmesi çok kıymetli. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı okul öncesi eğitimde başlatılan “bir öğün ücretsiz okul yemeği” uygulamasını bile deprem bölgesi dışında kalan iller için durdurdu. İlerlemesi gereken projelerde geriye gidiyor olmak, hem de bu kadar temel bir konuda maalesef çok üzücü.
Son olarak konuşmak istediğim konu ise kız çocuklarını okula göndermek istemeyen aileler için ortaya bir anda atılıveren (!) kız okulları fikri. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bu derece yaygın olduğu ve kadınların sırf kadın olduğu için öldürülebildiği bir ülkede, Milli Eğitim Bakanı’nın kız çocuklarının erkek çocuklarla ayrı yerde eğitim almasını savunmasının hiçbir meşru sebebi olamaz. Bakanın görevinin kız çocuklarının eşit şartlarda eğitime erişmesini sağlamak olduğunu, zorunlu eğitimin karşısında duran aileleri hoş tutmak olmadığını belirtelim. Nitelikli eğitime erişim demek kadın erkek birlikte yaşamayı erken yaşta öğrendiğimiz okullara birlikte erişmek demek. Kız okulu isteyenlerin hayali kadın üniversiteleri ya da yalnızca kadınların çalıştığı iş yerleri mi bilmiyorum. Bu hayalleri bırakıp çalışma çağındaki her 10 kadından neden sadece 3’ünün kayıtlı ve tam zamanlı istihdam içerisinde olduğunu düşünmeye başlasalar görevlerini daha iyi yerine getirebilirler.
Eğitim karnemiz ile övündüğümüz, nitelikli eğitime erişimin önündeki engelleri kaldırdığımız ve kendini gerçekleştirebilen nesiller yetiştirebildiğimiz bir yıl olması dileğiyle.

